logo

Oya Karabekir

Oya Kılıç Karabekir

İstanbul'da doğdum. Üsküdar Amerikan Lisesi'nden sonra Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda (şu an Marmara Üniversitesi) iç mimarlık eğitimi aldım.

İç mimarlık bölümünü bitirip çalışmaya başlayınca kendimi çok dar bir çemberin içinde hissettim. 1972 yılıydı. Yabancı dergilere bakıp kopya ürünler yapmaktan başka çözüm yoktu. Sonra bu mobilyalar dekorasyon adı altında yerleştiriliyordu. Halbuki biz Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nda Alman Bauhaus ekolüne göre mobilya tasarımı eğitimi almıştık. Yalın, fonksiyonel, seri üretime uygun ve yöresel el sanatlarına değer veren bir tasarım okulu idi.

Hayalini kurduğum iş hoşuma gitmemeye başlamıştı. Dekorasyon denilen çalışmayı bütün ev kadınları yapıyordu. Herkes kendisini iç mimar sanıyordu.

Lisede Amerikalı hocalarımız eski ahşap evlerde otururlar, Anadolu’yu gezerlerdi. Sonra farkettim ki yıkılmakta olan geleneksel sivil mimarimiz benim için önemli bir kaynak olacaktı. Mimar Sinan Güzel Sanat Üniversitesi’nde, o zamanki akademi, Cafer Türkmen hocanın fotoğraf derslerine katıldım. 

O dönemde İstanbul’un tarihi dokusu Karadenizli inşaatçıların yıkımına uğruyordu. Ne kadar belgelesem o kadar faydalı olur diye düşündüm. Arşivimi zenginleştirmek ve iç mimar olarak eski dokudan neleri günümüzde uygulayıp yeniden yorumlayabilirim amacını güdüyordum. Eski eserlerin ne kadar büyük bir zenginlik olduğunu araştırdıkça gördüm. Çevremden inanılmaz destek aldım.

Yine Akademi’nin mimarlık bölümü hocalarından Prof. Sedat Hakkı Eldem herkesten sakındığı arşivini bana açmıştı. Basın çalışmalarıma geniş yer verdi. Radyo ve TV’de röportajlar yapıldı. Çevreci bir yaklaşımla bu çalışma Reşat Ekrem Koçu, Abdülbaki Gölpınarlı gibi yazarlardan ilgi gördü. Yapı Kredi’nin o zamanki yöneticilerinden Vedat Nedim Tör Galatasaray Yapı Kredi Galerisi’nde sergi açmamı önerdi.

Ankara’da ve Divan Oteli gibi bazı büyük otellerde sergimi tekrarladım. Çeşitli kuruluşlara eski sivil mimarimizin korunması üzerine konuşmalar yaptım. Araştırmalarıma Safranbolu, Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’da da devam ettim. Erzurum evlerinin geleneksel mutfaklarının çok fonksiyonel ve çok amaçlı olarak kullanıldığını tespit ettim. Bütün amacım tasarım için kaynak bulmak, çevre yararına eski eserleri yıkımdan kurtarıp yenilenmelerini sağlamaktı. Boğaz kıyılarında pek çok tarihi yapı korunmaya alındıysa da diğer bölgelerde yıkım son sürat devam etti. Özellikle Kadıköy yakasında tarihi köşk ve ev adına hiçbir şey kalmadı. Ben de tıkanıp kaldım. Civar kentlere konuşmacı olarak davet edildim, çok ilgi gördüm ama istediğimi yapamadım, ortam uygun değildi.

27-28 yaşlarında Bağdat Caddesi Göztepe’de (şimdi Köşebaşı Restoran'ın bulunduğu bina) bürom vardı. Aynı zamanda orası bir sanat galerisiydi. Galerinin açılışını Nuri-Nasip İyem sergisiyle yapmıştım. Ondan sonraki sanatçı ise Cihat Burak’tı. Böylece en değerli sanatçılarla tanışmış oldum. Resim, heykel, baskı, antikalar, Hoca Ali Rıza’lar ve başkaları, hepsini tanıdım.










Bugün örneklerini gördüğümüz bankaya, kafeye dönüştürülmüş eski yapılardaki bu tür uygulamaları kabul ettiremedim. Ben de unutmayı tercih ettim. Bu arada resim yaptım, sergiler açtım. Kendimi geliştirmeyi tercih ettim. 1972-1990 arasında çok faal geçen bir dönemden sonra ara verdim. Ben mobilya tasarımı eğitimi alsam da tasarım kavramı Türkiye’de yoktu.

Genel anlamda tasarım gelişmiş ülkelerde de öne çıkmıyordu. Manevi anlamda kendimi çok yalnız hissettim. Bir süre sonra arşivlerimi, bütün çalışmaları dolapların en üst, arka tarafına kaldırıp bu konuyu hayatımdan çıkarmanın en uygun yol olduğunu fakat uygun ortam olursa tekrar düşünebileceğimi kendi kendime telkin ettim.


Bir süre sonra şunu anladım: Benim candan bir yardımcıya, bir ortağa ihtiyacım vardı. Bu sürede kızım, Zeynep, mimarlık eğitimini bitirip genç bir mimar olmuştu. Ayrıca son yıllarda dünyada internet kullanımının yaygınlaşması ve en uzak noktalar arasında haberleşmenin kolaylaşması bende tekrar heyecan yarattı.